Showing posts with label Balkan. Show all posts
Showing posts with label Balkan. Show all posts

Tuesday, October 23, 2012

Podgorica-Istanbul Flight

Podgorica-Istanbul Flight


This is recorded during the Turkish Airlines flight (TK1086) from Podgorica, Montenegro to Istanbul, Turkey using my Sony GPS-CS3KA gps tool. With relatively clear skies, I was able to capture snapshots during this short Balkan flight. Right after take off, the plane headed towards Albanian border and flown over the Lake Shkoder. Those sitting on the right side of the plane were lucky enough to clearly see the city of Shkoder and its landmark Rozafa Castle. 



Friday, March 25, 2011

Sarajevo Marlboro - Miljenko Jergoviç

Savas sırasında Bosnada kalmaya devam eden Hırvat yazarın (aynı zamanda gazeteci) ilk kitabı. Savaşın etkisini günlük yaşamlardan bahsederek ve de Bosnalı sıradan karakterleri anlatarak başarılı bir şekilde anlatıyor. Çesitli kısa hikayelerden oluşan kitapla birlikte orada yaşananları biraz daha farklı bir açıdan duyma şansı yakalanıyor. Saraybosnada ki kütüphanenin yakılması, eski bir boksörün savaş sırasında geçirdikleri, kaktüs ve de müslüman bebeğim içinde yer alan bazı hikayelerden.

- There is one basic rule, Zuko Dzumbur mentioned it when he was thinking about Bosnia, and it relates to two suitcases that you always have packed in the hall. All your possessions and all your memories have to fit into them . Everything outside is already lost. There is no point in looking for reasons or meanings or excuses. They are just a burden, like memories.

Mart 2005


Monday, January 30, 2006

Travnik ve Günlüğü

Bosna deyince meraklıların ya da ilgilenenlerin dışında akla pek gelmeyen bir şehir Travnik... Oysa tarihde bir zamanlar "Bosnanın İstanbulu" lakabını bile almış köklü ve şirin bir şehir.... Osmanlı zamanında Bosna eyalatinin başkenti olmasından ötürü tarihsel anlamda çok zengin aynı zamanda bir o kadar da çekici bir doğa güzelliğine sahip... Saraybosnadan Zagreb yönünde 1.5 saatlik mesafede olup yandaki resimde görüldüğü gibi ani bir virajdan sonra ortaya çıkıveren şimdinin ne yazık ki biraz unutulmuş şehri... Bu şehir ile tanışmam şehre büyük sevgi duyan Ivo Andriç’in Drina Köprüsünün dışındaki çalışmalarını da merak edip Travnik Günlüğü adlı kitabını bulmamla başladı. 1807 yılında Fransız konsolosunun şehre ilk defa gelmesinin ve de onu bir yıl sonra da Avusturya konsolosunun takip etmesinin hem müslüman halkın hem de gayrı-müslümlerin gözünden anlatıldığı kitapta zamanın tarihsel gerçekleri (Napolyonun seferleri, Sultan III. Selimin tahttan indirilmesi gibi) ve çesitli insan portreleri kısa hikayelerle birbirine bağlanıp esas kitabı oluşturuyor. Bir nevi, Balkanların o devirden kalma bir fotoğrafıymış diyebileceğimiz bir kitap... Meraklısı için kesinlikle ilgi çekici ve de (biraz da ilgili tarihsel konular okunduktan sonra) öğretici bir kitap...

Kitabın yanısıra biraz da şehrin şu andaki halinden bahsetmek istiyorum. Kitabın da etkisiyle bu yaz orayı görme fırsatım oldu ve ilk olarak söyleyebileceğim
eğer bir gün yolunuz Saraybosnaya düşecek olursa Travnik’i görmeden gitmeyin…Hem yakınlık hem de ulaşımın rahat olması günübirlik bir geziyle şehrin hemen hemen her yerini görme imkanı verecektir. Ha bu arada Saraybosna ya da Mostarda alacağınız hediyeliklerin yarı fiyatına satıldığını göreceginiz için buraya uğramadan hediyelik almayın…Şimdi gelelim gezilecek yerlere… Tabi ki öncelikle tarihi kaleye çıkıp şehri tepeden izlemek şart... Etrafta bolca bulunan derelerin şırıltısını dinlemek için bile kaleye çıkmaya değer.. Tabi bir de hemen çıkışın başındaki kahvelerde Boşnak kahvesinin de zevki bir başka… Kaleden bakmaya doyduktan sonra yavaş yavaş şehrin içinde gezintiye çıktığınızda eski camileri ve de saat kulelerini göreceksiniz. Sakın şasırmayın kendinizi Üsküdardaymış gibi hissedebilirsiniz. Ama arka plandaki dik ve yeşil dağlar buranın farklı olduğunu hissettirecektir. Ayrıca meraklıysanız pazarında mücahitlerle tanışıp üzümlerini yiyebilirsiniz. Bosnanın diğer bölgelerinde olduğu gibi Travnikde de bir çok yeni mezar savaşı hemen hatırlatıyor ve insanı kederlendiriyor. Camilerden özellikle Renkli Cami olarak da bilinen Süleymaniye Camisi altındaki bezistanlarla birlikte görülmeye değer. Yine meraklısı için Ivo Andriç’in doğduğu ev olan ama simdi hem müze hem de restoran olarak kullanılan yerde güzel bir yemek de yenebilir. Bunların dışında turistik bir kent olmamasından ötürü ingilizce konuşacak insan bulması zor olsa da insanları, hayatlarını ve de yaşam tarzlarını daha yakından tanıma imkanını bulabiliyorsunuz.
Kitapdan bir alıntı:
- Travnik Çarşısının sonunda, gürül gürül akan serin Sumeç Suyunun alt yanında, hangi devirden kaldığı iyice bilinmeyen “Lütfiyanın Kahvesi” adlı küçük bir yer vardır. Buranın ilk sahibi Lütfiyayı, kasabasının en yaşlıları bile hatırlamıyorlar. Bu Lütfiya, Travnikin dört bir yanına serpilmiş olan mezarlıklardan birinde son uykusunda yatalı yüzyılı aşmış bulunmasına rağmen, herkes kahvesini içmek için Lütfiyaya gitmekte, birçok sultanların, vezirlerin, beylerin adları unutulduğu halde, onun adı anılmakta ve dillerde dolaşmaktadır.






Monday, November 29, 2004

Zorba– Nikos Kazancakis

Geç ve biraz da şans eseri tanıdığım ünlü Yunanlı yazarın olgunluk eseri denilen kitabı....Bu kitap (dolayısıyla da bu yazar) ile olan merakım üniversite yıllarında bir arkadaşımdan aldığım mp3ler arasında Mikis Theodorakisin Zorba- The Greek filminin müziklerini dinleme ile başladı. Ama o zamanlar böyle bir kitabın var olduğundan haberim dahi yoktu. Sadece eski bir filmin güzel müzikleri olarak dinliyorum şarkıları. Daha sonra aradan geçen yıllar sonra buradaki kütüphanede gezerken bir anda gözüme çarpan Zorba - The Greek filminin DVD'sini alıp izlememle bu kitapla tanışmam bir oldu. (Unutmadan Zorba kelime anlamındaki zalim, gaddar manasına gelen Zorba degil, kitapdaki Makedonyalı Alexis Zorba'nın adı.) Filmde Antony Quinn (Zorba) ve Alan Bates'in (Zorba’nın tabiriyle - Patron (Boss)) üstün performans göstermesi, ve Zorba'nın nerdeyse her sözünün bıçak gibi keskin, güçlü ve biraz da isyankar olması beni film hakkında biraz araştırma yapmaya itti. Ve de sonuç olarak filmin Kazancakis”in kitabından uyarlandığını öğrenir öğrenmez kitabı okumaya başlamam bir oldu. Ve de bittiğinde neden bu kitabı daha once bilmediğime hayıflandım. Bize çok yakın bir coğrafyada ve de insan topluluğu arasında geçen Zorba ile Patronun hikayesinde Zorba okumamış ama hayatı mümkün olduğunca tecrübe ederek geçirmiş bir insanı, Patron ise hayatını daha çok okuyarak ama yaşamadan geçirmiş bir insanı anlatıyor. Zorba, kitap boyunca Patrona bir çok konuda hayat dersi veriyor ve de hayatta herşeyin aslında çok kolay olduğunu ve de insanın bunu kendi kendine zorlaştırdığını anlatıyor. Ona hayatın anlamını okuduğu kitaplarda değil hayatın ta kendisinde bulmasını öğütlerken yaşamı süresince yaşadıklarından çıkardığı tecrübelerini aktarıyor hem Patrona hem de okuyucuya. Kitapda konusu çok geçmese de Zorba Türkleri çok sevdiğini hatta elinden hiç düşürmediği santurunu çalmayı bir Türk ustadan öğrendiğini söylüyor. Zorbanın ilginç huylarından birisi de durup dururken çılgınlar gibi dans etmeye başlaması...Hatta oğlunun öldüğünü öğrenince de dans etmesini ve de bunun nedeninin içinde taşıyamayacağı kadar duygu ile dolunca kurtulmanın tek çaresinin bu olduğunu söylüyor. Patron ile Zorbanın bir araya gelmesi ise Patronun babasından kalma arazisinde linyit madeni açmak için Girite giderken tanışması ile gerçekleşiyor. Kitap boyunca bir de bu ikilinin maden için yaptıkları çalişmalar var. Malesef yaptıkları teknik hata ile açılış günü madeni açamadan parasız kalmalarına rağmen hem patronun hem de Zorbanın gidip açılış için hazırladıkları pişmekte olan kuzuyu yemeleri ve de kitap boyunca utangaç davranan Patronun Zorbadan ona dans etmesini öğretmesini istemesi ile kitap sona eriyor. Bu kitabı da kesinlikle öneririm. Kitapdan bir kaç alıntı:
“Patron, burada kendini göstermeni istiyorum, erkek cinsini utandırma. Allah bizde niçin el yarattı? Tutalım diye...Öyleyse sen de tut! ”
“Hey bee!... Insanlar ne hale girdi…Tuhh kahrolasıcalar! Vücutlarını bırakıp körlettiler ve yanlızca ağızlarıyla konuşuyorlar. Ama ne söylesin ağız: Ağız ne söyleyebilir?“
“Bitmez bir hikaye olan yanlızca kadın değildir. Yemek de öyledir.“
“Her insanın kendi deliliği vardır, bana da öyle geliyor ki en büyük delilik bir deliliğe sahip olmamaktır.“
“Ben bir şeye özlem duydum mu, ne yaparım bilir misin? Bir daha hatırlamayacak kadar bıkıp da kurtulmak için yerim, yerim….Ya da tiksinti ile hatırlamak için. Bak bir zamanlar çocukken kirazlara karşı anlatılmaz bir tutkum vardı. Param olmadığı için azar azar alıyor, yiyor yine istiyordum. Gece gündüz kiraz düşünürdüm,salyalarım akardı, işkenceydi bu! Günün birinde, kızdım mı utandım mı bilmiyorum baktım ki kirazlar bana istediklerini yaptırıyorlar ve beni rezil ediyorlarö ne plan kurdum bilir misin? Geceleyin yavaşça kalktım, babamın ceplerini yokladım, gümüş bir mecidiye bulup çaldım. Sabah sabah da kalktım bir bahçeye gidip bir sepet dolusu kiraz aldım. Bir çukurun içine oturup başladım yemeye. Yedim, yedim, şiştim, midem bulandı, kustum. Kustum Patron! O zamandan beri de kirazlardan kurtuldum bir daha da istemedim.Özgür oldum. Artık kirazlara bakıp şöyle diyorum: Size ihtiyacım yok! Şarap için de aynı şeyi yaptım, sigara için de. Yurdum için de...Hasret çektim, bıktım, kustum, kurtuldum.“
P: Ben gülerek sordum: “Peki ya kadınlar? “
Z: Onların da sırası gelecek ama yetmiş yaşımı bulduğum zaman!
P:Biraz düşününce az bularak “seksen” yaşında diye düzeltti.....
“Bir zamanlar diyordum ki: Bu Türktür, bu Bulgardır ve bu Yunanlıdır. Ben vatan için öyle şeyler yaptım ki patron, tüylerin ürperir; adam kestim, çaldım, köyler yaktım, kadınların ırzına geçtim, evler yağma ettim....Neden? Çünkü bunlar Bulgarmış, Türkmüş, ya da bilmem neymiş....Şimdi kendi kendime sık sık şöyle diyorum. Hay kahrolasıca pis herif, hay yok olası aptal! Yani artık akıllandım. Artık insanlara bakıp şöyle diyorum: Bu iyi adamdır, bu kötü. İster Bulgar olsun, ister Rum, ister de Türk! Hepsi bir benim için...“
“Gel Zorba diye bağırdım. Bana raks etmesini öğret!“
Kasım 2004


Daha Büyük Haritayı Görüntüle

Tuesday, December 23, 2003

Drina Köprüsü – Ivo Andriç

Aslında bu kitabı daha önce lise yıllarımda okumuştum. Ama aradan geçen zaman için de bir kere daha okuyup kafamda bu sefer neler canlandırdığını görmek istedim. Nobel ödülü de kazanmiş olan İvo Andriç, bu kitapta Sokullu Mehmet Paşanin vezir olduktan sonra doğdugu toprakları unutmayarak “Doğu” ile “Batı”yı o günün şartlarında biraz daha da olsa birleştirmek için yaptırdığı Drina köprüsünü ve de onun etrafında gelişen olayları, yaşayan insanları anlatıyor. Ama anlattığı süreç köprünün yapıldığı Sokullu Mehmet Paşa zamanından 1.Dünya savaşına kadar geçen uzun bir zaman dilimi. Dolayısıyla Andriç, Bosna ve çevresinde Osmanlı tebaası müslümanların ve de hristiyanların bir arada nasıl yaşadıklarını, Osmanlının zamanla nasıl gerilediğini ve de bunun başkentinden uzak sıradan bir kentte nasil hissedildigini objektif bir şekilde anlatmiş. Kitapda bir çok küçük hikaye var. Ve bütün bu hikayelerde tabi ki köprü bir şekilde rol alıyor. Kitapda beni en çok etkileyen karakterlerden birisi “Ali Hoca” idi. Belki de yazarın onu kitapda anlattığı son karakter yapması idi etkilenmemin nedeni. Ayrıca tamamen başka bir ortamda, kitabı okumadan bir kaç hafta öncesinde Ürdünlü bir arkadaşımla tartıştığımız Osmanlıda kazık kullanarak işkence etme hadisesini Andriç o kadar güzel anlatmış ki anlattığı kısmı okumakta bile zorlandım. Kitabın arka kapağinda da yazdığı gibi, Drina Köprüsü kimliklerin, dinlerin, devletlerin ötesinde daha çok insanı anlatan ve de bunda da cok başarılı olmuş bir kitap. Kesinlikle tavsiye ederim. Kitapdan bir kaç alıntı:
“…Ağzını açtı, gözlerinin yuvalarından dışarı fırladığını hissetti. Boyuna uzayan yokuş.....şimdi geliyor....geliyor....yüzüne yaklaşıyordu. Sonunda bu kuru ve sert yol, bütün görüş alanını kapladı. Sonra zifiri bir karanlık haline gelerek onu büsbütün kavradı.Meydan'a çıkan yokuşta Ali Hoca uzanmış yatıyor, kısa titreyişlerle Allaha ruhunu teslim ediyordu...”
Aralık 2003



Drina Bridge is also known as the Mehmed Paša Sokolović Bridge